13 Şub Hayat buradaymış, biz yaşamıyormuşuz !
Bugün Düşler Akademisi’ndeki 15.günüm. Burada yaşadıklarımla yüzleşmek ve bir gönüllü olarak akademiyi anlatmak için düşüncelerimi yazıya dökmeyi tercih ettim.
1 Eylül sabahı gözlerimi Kaş otogarında açtım. Mayıs ayından bu yana düşlediğim akademiye kavuşmama dakikalar kalmıştı. Mutluluk ve heyecanın yanı sıra içimde kontrol etmekte zorlandığım bir korku vardı. Korkuyordum çünkü burası benim için kendimi sınayacağım bir yerdi. Yirmi yıldır standartların üzerinde mutlu, sorunsuz bir hayat yaşıyordum ve şimdi akademiye gelerek kendi kabuğumu kırmaya çalışıyordum bir nevi. Tabii ki her zaman farklı hayatların, bireylerin varlığının bilincindeydim; ancak burada o hayatlara bizzat dahil olacaktım.
Otogarda ilk şaşkınlığımı attıktan sonra çevremi daha ayrıntılı incelemeye başladım. O an farkına vardım ki elinde valiziyle, benimle aynı heyecanı yaşayan biri daha vardı orada. Hiç tereddüt etmeden gidip sordum “ Sen de mi akademiye geldin? “ diye. Aldığım “Evet” cevabıyla beraber Düşler Akademisi hikayem başlamış oldu. İrem ile yüklendik valizleri ve akademi yoluna koyulduk. Normalde yeni ortamlara girmekte zorlanan biri olmamama rağmen garip bir şekilde yolda heyecanım giderek artıyordu. Sonunda beklenen tabela göründü ve hayatımın dönüm noktalarından biri olacak durağa ulaştım. Akademinin fotoğraflarına bakıp durmaktan, sanki her yerini biliyormuş edasıyla İrem’i de yanıma alarak kütüphaneye yöneldim. Kapıyı açınca yine haftalardır sosyal medyadan takip ettiğim, her paylaşımını, yazısını “Acaba bundan bundan ne öğrenebilirim?” merakıyla irdelediğim Okan Abi’yi gördüm. O an farkına vardım, evet sonunda akademi hayatım gerçek olmuştu. Ama beraberinde bana onlarca yeni hayal ve hedef katacağından habersizdim o sıra. Çok kısa bir tanışmanın ardından başvurumuzdaki gibi “Alternatif Kamp” projesinde yerimizi almaya hazırdık. Konaklama alanına doğru ilerlerken sağ tarafımda çadırları gördüm. Aklıma henüz bir hafta öncesinde Çanakkale’de yaşadığım çadır kampı maceram geldi. Oradan ayrılırken bir daha asla çadırda kalmam diyordum. Demek ki neymiş, büyük konuşmamak lazımmış. Çünkü iki dakika sonra gülücükler saçarak Tanyel ve Sevda geldi yanımıza. “Biz Kızlar Atakta projesinin ekibindeyiz“ diye konuya girdiler ve konuşmanın sonunda tek hatırladığım ben de artık kendimi o projenin bir parçası olarak hissediyordum. “Bu hafta eksik gönüllümüz var bize katılır mısın?” diye sorduklarında aklımın ucundan güneşin altında cehennem gibi sıcak olan çadır ya da valizime ağ örecek olan örümcekler geçmedi bile… Sadece kendimi çok şanslı hissediyordum. Benim önüme en büyük tecrübelerimden biri olabilecek bir fırsat sunulmuştu. Tek yapmam gereken önce kendimi sonra bana güvenen insanları hayal kırıklığına uğratmamaktı. Doğruluğundan asla şüphe duymadığım bir kararla hemen çadırlara yerleştim ardından küçük bir oryantasyon sürecinden geçtim. Ve saat 1’de gelecek olan Mevlana Sevgi Evi kızlarını beklemeye koyuldum. Gelecek olan gruba karşı daha öncesinden hiçbir tecrübem ve hazırlığım yoktu. Nasıl davranmam gerektiğini ben de burada keşfedecektim. Sadece kendime olan güvenimi sağlamak için şu telkinde bulunup duruyordum “Güler yüzlü ol “. Benim için kilit cümle buydu.
Kızları ilk gördüğüm zaman neden burada olduğumu tekrar düşündüm. Evet, hikayelerini, neler yaşadıklarını merak ediyordum. Ama bunları dinleyip sonrasında teselli vermek değildi benim burada oluş amacım. Daha derin bir anlamı olmalıydı. Ben onlara her zaman başka bir yolun daha olduğunu göstermeliydim. Hayatlarında yeni amaçlar yeşertmelerini sağlamalıydım. Ve bunların bir hafta içerisinde olabileceğine dair olan inancımı hiç kaybetmedim. Ben sadece güler yüzlü oldum, kibar olmaya çalıştım, kendim oldum. Onlar da kendilerine sunulan her iyi niyete fazlasıyla cevap verdiler. “Umay Abla her zaman pozitifsin, güler yüzlüsün” demeleri benim için yeterliydi. Ama bu benim egomu okşadığı için değil kesinlikle. Ben onlara çevrelerindeki tüm asık suratlara, tüm umutsuzluklara rağmen hayatın bir de bu yanı var demeye çalışıyordum. Bahsettiğim şey bu projenin sadece küçük bir parçası aslında. Ama hissettiğim en anlamlı duygulardan biri.
Kızlar Atakta projesinde oluş amacımı keşfederken aslında kendi yaşam amacımı bulmuştum. Var olduğum sürece insanların hayatına dokunmak istiyordum. Belki ufak bir sözümle, belki bir davranışımla insanlarda iz bırakıp, kaba bir ifadeyle, işe yarar olmak istiyordum. Yaşam, benim için en basit haliyle, gelecek için duyulan heyecan oldu hep. Bu projede de kızlara rol model olup onlara hedefler, hayaller sunmak ve hayatları için umut beslemelerini istiyordum. Bu düşünceyle hareket ederken zaman zaman grubun en duygusal gönüllüsü olduğumu fark edip, acaba ben bir yerde yanlış mı yapıyorum diye düşündüğüm de oldu. Ama dediğim gibi kendimi keşfediyordum bir yandan. Ve uzun bir süre daha Kızlar Atakta grubuyla geçirdiğim anları düşünüp her seferinde yeni şeyler keşfedecek gibiyim.
Sürekli bunları düşünürken bir yandan da kızlarla olan etkinlikler soluksuz devam ediyordu. Her etkinlik büyük bir heyecanla başlayıp, mutlulukla bitiyor. Neden bitti diye üzülmeye fırsat kalmadan bir yenisi başlıyordu. İlk gün yoga esnasında kızlardan birinden yükselen horlama sesine ve bisiklet etkinliğinde “ abla ben sürmeyi biliyorum” deyip bilmemesine rağmen pedala korkusuzca asılan katılımcılarımıza rağmen en sakin günümüzdü:) Asıl macera yeni başlıyordu diyebilirim. Bir hafta boyunca hiçbir sabah erken kalkmaktan şikayet etmeden en enerjik halimle güne başladım. Normalde kahvaltı yapmayan ben, burada kahvaltı hazırlarken zevk aldım. Kahvaltı boyu kızlarla bugün neler yapacağımızı konuşup birbirimizi motive ettik. Tabi her gün sorunsuz geçti diyemem. Daha ikinci günden burnumu tekneye çarparak tüm ekibi burnum için seferber ettim. Ama olsun, proje devam ediyordu. Burnum kızlar atakta’ya feda olsun dedim 🙂 Bu süreçte burnum için her an atağa geçmeye hazır olan proje koordinatörümüz Alper’e de teşekkürü borç bilirim.
Projede birçok şeyi keşfettiğimi söylemiştim. Bunların başında gönüllülük tanımını sayabilirim sanırım. Buraya gelmeden önce de birçok sivil toplum kuruluşunda gönüllülük tecrübem oldu. Ama somut olarak bana getirisinin ne olduğunu çözümleyemiyordum bunların. Çünkü benim için gönüllülük sadece”vermek”ten ibaretti. Sorgulamadan sadece yardım etmeye odaklanıyordum ve bu yüzden gerçek amaca ulaşamıyordum. Gerçek gönüllülük tek taraflı olmamalıydı. Mutlu ederken mutlu olmak… Öğretirken öğrenmek… Sürekli bir alışveriş halinde olma durumuydu işin özü. Sadece başlarken ilk adımı karşılıksız atıyorsun. Sonrasındaki kazanımların seni gönül verdiğin bu işin yararlı olduğuna inandırıyor. Açıkçası bu konu hakkında hala düşünüyorum, o yüzden kendimi çok ifade edemiyorum sanırım. Belki Tanyel’den gönüllülük temalı bir atölye çalışması isteyebiliriz. Bu konuyla ilgili bir de şunu ekleyebilirim; gönüllülük kavramını sadece “vermek” fiiliyle özdeşleştirdiğim zamanlar aslında karşımdaki kişiye kötülük yapıyor olduğumu anladım. Bir örnekle açıklayacak olursam, ilkokul çocuklarıyla çalıştığım bir STK projesinde çocuklara karşı tavrım hep “ tamam, ben yaparım”, “tamam, yorulduysan ben halledeyim”, “tamam sen nasıl istersen, yeter ki üzülme” şeklinde çok yüzeyseldi. Aslında bu tavırlar onlara yardım etmiyordum aksine bir birey olarak hareket etmelerini engelliyordum. Kızlar Atakta projesiyle katılımcılara yeri geldi “hayır” dedim, yeri geldi sınırları baştan çizerek net tavırlar sergiledim hatta yeri geldi minik bir kız çocuğunun göz yaşları karşısında tepkisiz kaldım. Ve bu sayede ona istediklerini ağlayarak elde edemeyeceğini anlatmaya çabaladım. Bu benim için gerçekten etkileyici bir deneyim olmuştu.
Etkinlikler boyunca kararı hep kızlara bıraktık. Daha doğrusu biz onlara planı anlattık ve dedik ki “ siz kendi kararını verebilecek bireylersiniz, tercih sizin. İsterseniz bize katılın ya da planın akışını bozmadan aktivite dışında kalın.” Bu davranışın kesinlikle kızlar üzerinde istenilen etkiyi bıraktığını düşünüyorum. Zaten çoğu zaman katılmak istemeyen kızlar, arkadaşlarını gözlemledikten sonra öz güvenlerini toparlayıp “ ben de denemek istiyorum” diye atıldılar.
Projenin her adımının planlı olması bende gerçekten güven uyandırıyordu. Yapılan işin bilincindeydik, kararlarımızı mantık çerçevesinde alıyor ve uyguluyorduk. Ama işin içine girdikçe olayın rengi benim için biraz değişmeye başlamıştı. Herkes gibi benim de iletişim halinde bulunduğum kampçılara karşı duygusal hassasiyetim artıyordu. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil elbette. Ancak duygusal bağın sınırlarını çizmek gerekli (imiş). İşte bu noktada öz eleştiri yapmam gerektiğini düşünüyorum. Günler geçip kızlarla daha da kaynaştıkça bazılarına karşı çok daha derin sevgiler yeşertmeye başladım içimde. Bunu kızlara bir ayrımcılık olarak yansıtmadım kesinlikle; ama psikolojik olarak kendimi biraz yıpratıcı bir sürece soktum diyebilirim. Aradaki duygusallığı ilerlettikçe beklentiler de bu bir haftalık sürecin dışına çıkmaya başlıyordu. Evet, istediğimiz kampın etkisinin uzun vadeli olarak sürmesiydi; ancak bu bireysel ilişkiden uzak olmalıydı bence. Böyle düşünmeme rağmen kızların arasından bazılarını kardeşçesineymiş sahiplenmekten kendimi alıkoyamadım. Bu da benim bu projedeki tecrübesizliğimi ortaya çıkarmış oldu. Bunu itiraf etmekten çekinmiyorum. Ne kadar üzücü bir etki bırakmış olsa da bir şey daha öğretmiş oldu bu proje bana.
Proje boyunca bazı konuları sorgulayıp durdum. Mesela “ Yaş aralığı fazla geniş değil mi?”, “Zihinsel engelli kızların da aynı grup içerisinde yer alması uygun mu?”, “Bir haftalık bir süreç sonunda kızlarla iletişim kurmamızın engellenmesi doğru mu?”, “ Bu projeyle çok fazla sayıda kıza ulaşıp hepsine bu bir haftayı yaşatmak mı daha doğru, yoksa belli bir sayıda kıza ulaştıktan sonra aynı katılımcıların hayatlarında köklü değişiklikler sağlayana kadar projeyi devam ettirmek mi?” gibi birçok soru vardı kafamda. Bunları ilk dile getirebildiğim yer gönüllüler ve proje ekibi olarak son gece yaptığımız toplantıydı. Aslında motivasyon amacıyla yapılan bu organizasyon benim için projenin en verimli zamanlarından birine dönüştü. O an masada çok fazla soru soran karaktere bürünsem de bu konuları proje koordinatörü, eğitim koordinatörü, gönüllü lideri ve gönüllülerle konuşmuş olmak farklı bakış açıları kazandırdı. Hatta projeyle ilgili olarak bu kısmın biraz daha uzun tutulmasını dilerdim diyebilirim.
Projeyle ilgili düşündüğüm, merak ettiğim daha çok fazla şey var aslında. Ama emin olduğum şey şu ki, bu proje benim için bir dönüm noktası oldu. Çok şey öğretti ve öğretmeye de devam ediyor.
Grubumuzun son gece hazırladığı veda programı benim ne kadar değerli bir projede yer aldığımı kanıtladı zaten bana. Dolu dolu geçen bir haftanın yanı sıra, gerçek amacıma ulaşarak, aslında hiç tanımadığım hayatlara dokunduğumu fark ettim. Gönül verdiğim projenin sonunda kızlardan “iyi ki buraya gelmişiz” lafını duymak tattığım en hakiki mutluluklardan biriydi. Dökülen her gözyaşıyla beraber burada neden bulunduğumuzu bir kez daha anladım. Üzerimde bıraktığı etkinin geçici değil aksine hayatımı şekillendirecek bir gücü olduğuna eminim. Veda gecesinde kızlardan biri “ hayat buradaymış, biz yaşamıyormuşuz” demişti. Bu cümle bana her zaman ne kadar şanslı olduğumu hatırlatacak. Şanslıyım çünkü Kızlar Atakta projesini bir ucundan yakaladım. İyi ki beni de bu ailenin bir parçası yaptınız.
Teşekkür ederim. ATAKTA KALIN 🙂
Nesli Umay Seydioğulları – Proje Gönüllüsü